Merhaba sevgili okur.
Bir süredir beraber değildik. Bir yazar olarak bazen beynimizi dinlendirmemiz gerektiğini, daha iyi tahliller yapabilmek, bakış açılarımızı daha oturaklı ve sağlam yapmak için yazılarımıza ara veriyoruz. İlham gelmiyor demekten ziyade, fikir teatimize önce kendimiz inanmamız gerekiyor.
Bu ayki konum, son zamanlarda gözlemlediğim ve birçok insanın da bu konudan yakınmaya başladığı bir problem. Problem denmesi için bazı aşamalardan geçmesi gerekiyor. Ama durum öyle bir hâl aldı ki artık başka bir tanım bulmak anlamsız.
Toplumumuz endişe, kaygı ve korku içerisinde bir iklime bürünmüş durumda. Daha önceki yazılarımda ahlak, görgü kuralları, cehaletin yaygınlaşması gibi sorunlara değinmiştim. Bu konu da tüm yazdığım konuların diyalektik bir sonucundan ibaret. Hepsi temel sorunların doğurduğu, çözülmediği için kaotik bir ortamın doğmasına sebep olan olaylar zinciri.
Toplum ciddi manada bir korku halinde: Bugün ne olacak, başımıza ne iş gelecek ya da başıma ne iş gelecek?
Vatandaş, gördüğü suçları engellemekten bile endişe eder hâle geldi. Önceden kozmopolit ya da büyük şehirlerde olan bu davranış şekli artık yer tanımıyor. “Ya bana da zarar gelirse, ya aileme bir kötülük gelirse?” diye hareket ediyoruz.
Vicdanımızda kendini bir türlü tedavi edemeyen kötülüğü durdurma, engelleme dürtüsü kabuğunu kaşımaktan öte gitmiyor.
Toplum; kötülüklere, suça ve günahlara, sırf yasaların yetersiz ve yanlış uygulanmasından, angaje olmuş durumda.
Konunun uzmanları, dönülmez bir yola girildiğinden şikâyetçi. İzlediğim bir oturumda güvenlik uzmanının biri “Güvenliği sağlamakla kişiler bile güvende değil” diyor. Tüm bu endişe ve kaygı ortamında kendimize göre çözümler üretmekle yetiniyoruz.
Atalarımız boşuna dememiş olsa gerek diyerek, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözünü kılıfına uyduruyoruz.
Netice, suç suçu doğuruyor. Suçlunun özgüveni tavan yapıyor. Toplum endişe katmanını anksiyete olacak seviyeye çıkarıyor ve gerekeni yapmamaya başlıyor; bu döngü devam ediyor.
Sancılarını çekmeye devam eden bu büyük problem, yozlaşmaktan, katılaşmaktan ve bir çıban hâline gelmekten asla geri durmuyor.


















