Bazı günler vardır; dışarısı ne kadar kalabalık olursa olsun, sen içinde yalnızsındır. İnsanlar konuşur, güler, geçer. Ama senin içinde bir sessizlik yankılanır. O sessizlik ki ne bir kelimeyle bozulur, ne bir gülümsemeyle dağılır. Çünkü bazı sessizlikler, insanın en gerçek hâlidir.
Ben uzun zaman sustum. Konuşmak istedim ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Çünkü ne zaman içimi açsam, biri kapattı. Ne zaman bir şey anlatmak istesem, biri dinlemekten vazgeçti. Ve ben, anlatmaktan değil, anlaşılmamaktan yoruldum.
Sonra bir gün, kalbimle konuşmayı öğrendim. Dışarıdaki sesler sustuğunda, içimdeki ses yükseldi. “Neden hep sen bekliyorsun?” dedi. “Neden hep sen affediyorsun?” diye sordu. Ve ben cevap veremedim. Çünkü bazen insan, kendine bile dürüst olamaz. Ama kalp her şeyi bilir: sakladığın acıyı, sustuğun kelimeyi, özlediğin insanı… hepsini bilir.
Kalbimle konuşmayı öğrendiğim gün, sessizlikten korkmadım. Çünkü sessizlik artık bir yalnızlık değil, bir huzur oldu. Kimseye anlatamadığım şeyleri kendime anlattım. Kimseye gösteremediğim yaraları kendim sardım. Ve kimseye söyleyemediğim “gitme”yi kendime söyledim: “Gitme kendinden, kal biraz.”
İnsan bazen kendine dönmeli; başkalarının gidişine değil, kendi kalışına bakmalı. Çünkü en büyük terk ediş, insanın kendini bırakmasıdır. Ve ben kendimi yeniden buldum: sessizlikte, yalnızlıkta, kırıklıkta… ama en çok kalbimde.
Artık biri beni anlamasa da olur. Çünkü ben kendimi anlıyorum. Biri beni sevmezse de olur. Çünkü ben kendimi sevmeye başladım. Ve biri gitse de olur. Çünkü ben artık kendimle kalabiliyorum.



















