Bazen sadece düşünürsün ve gözlerin yaşarır. Yaşadıkların boğazına gelip dayanır, artık yutamazsın. Yaşların, kelimelerden daha hızlı akmaya devam eder. İçin için haykırırsın, kelimelerin yaşlara boğulur. Ama içinden çıktığın kaoslara dönüp bakarsın ve şükredersin. Boğulsan da damla damla tuzlarda, aldırmazsın. Yapan, kendine yapmıştır dersin. Yol düzlüğe çıkar elbette, görürsün. Gücün daha da artar. “Ha gayret, biraz daha dayan,” dersin. İçsel motivasyon tamamdır.
Kimse bilmese de, sen boğulmamak için bir urgana yapışmışsındır. Göstermezsin, çünkü insanlar avuçlarında tuzla beklerler; dağlayacak, harlayacak yara ararlar. Düşman değillerdir; en çok da bu yakar canını: dost dediğin, can dediğin, kardeş sandığın… İşte, sanmak burada başlar. Kaosun ipi boynuna geçmeye, gevşetmeye değil, daha çok sıkmaya gelir. Ayağının altındaki sandalyeyi sallamaya gelirler. Önce sanmak koşar, ardından çürütür ne var ne yoksa, içindeki bütün inancı.
Hadi, düşmeden kurtul bakalım! Nasıl kurtulacaksın, kimseye belli etmeden? Sen de bir avuç tuz mu alacaksın? Ama bu, senin fıtratına aykırıdır. Ne diyor Sokrates? “Suçlu olarak yargılanmaktansa, suçsuz olduğum halde yargılanmayı yeğlerim.” Kendine olan saygını kaybetmeden, insanlığından utanmadan, şerefinle yaşamanın hazzı, sanmak sözcüğünün ilmeğini boynundan gevşetir. Başka çıkış yolu yoktur.
Urganları yağlayan kötüler hep var oldu ve var olacaktır da. İşleri, urgan yağlamak. Sen de bu urganları tek tek keseceksin; duruşun, mutluluğun ve kararlılığınla. İnsana olan saygının altına dinamit koysalar da, direneceksin. O fünyeyi patlatmalarına izin vermeyeceksin, yoksa onlar kazanacak. Onlara bu zaferi tattırmadan azimle doğru yolunda ilerleyeceksin. Senin doğruluğun onları kendi külleri ve kötülüklerinde boğmalı. Kötülüğü boğmalı.
Amacımız insan öldürmek değil; kötülüğü boğmak—erdemleri kendi içsel dünyamızda var ettirmeye devam etmek. Kötülük yaz yaz bitmez. Herkesin avucunda tuzla bekleyen dostları vardır. Ama bizim de avucumuzda umudumuz, doğruluğumuz, mücadeleci yapımız var. Bunlar var olduğu sürece, avuçtaki tuzları eritmeye bir damla su yeteceği gibi, erdemlerimiz onların üzerine bir galon su gibi boşalacaktır.
Her şey zıddıyla kıymet bulur. Kötülük olmasaydı iyiliği; cimrilik olmasaydı cömertliği; gece olmasaydı gündüzü; nefret olmasaydı sevgiyi; hasret olmasaydı vuslatı; cahillik olmasaydı ilmin değerini bilemezdik — bilmezdik. İyi ki varlar. Kötü hasletlere teşekkür edeceğim aklıma gelmezdi, eminim senin de aklına gelmemişti. Ama işte, bakış açısı bu olsa gerek.
Öldür içindeki kötüleri, ama unutma sakın: Onunla da yaşama; farkındalığını dinç tut. Sırtına, kalbine hak etmeyeni yük yapma. Eleğin delikleri küçük olsun; ele ve devam et. Yüzünü güneşe dön ve bırak, karanlıkta kalanlar kendi zifirlerinde aydınlanmak için beklesinler. Işığını görenler zaten koşmak isterse koşacaktır.
Cahit Zarifoğlu — Kendi Kendime Dedim
Dur, ey yolcu, nereye?
Kalbinde bir sancı,
Göğsünde bir ateş,
Yine de yürü, dedim.
Kötülükler sarmış dört yanı,
Dost dediklerin hançer saklar,
Gözlerinle gör, kalbinle anla,
Ama sakın eğilme, dedim.
Urganlar hazır, tuzlar ellerde,
Yaralarına tuz basmak isterler.
Sen bir dağ ol, dimdik dur,
Kendi kendime dedim.
Işığın sönmesin, yolun bitmesin,
Karanlık zifir olsa da fark etmez.
Bir damla su yeter tuzları eritmeye,
Bir adım yeter; yeter ki yürü, dedim.