“Sarı yapraklar.” dedi adam usulca. Yürüyordu ama gördüğü sadece doğanın güzelliğiydi. Bir parkın içinde, herkesten uzak bir bank gözüne ilişti ve oturmak için yöneldi. Bankta, onun gibi doğanın güzelliğini sessizce izliyor gibiydi. Banka oturunca serinliği hissetti; uzaklara bakmak için kafasını kaldırdı ama tam tepesindeki ağacın sarı yapraklarına takılıp kaldı. Esen rüzgarla hafif hafif sallanan yaprakların sessize yakın hışırtısı, adamı daha uzaklara bakmadan alıp çok uzaklara götürmüştü bile.
Ağacın altında daha önce gelip oturmuş olanların hikâyesi, sanki ağacın yapraklarına ve gövdesine sinmişti. Gözlerini kapattı. Duyduğu sesler hem ilginç hem de şaşırtıcıydı. Kavga eden iki insanın bağrışları, hakaretleri, sesleri kulağını tırmalamaya başladı. Neydi bölüşemedikleri? Bu kadar hakarete değer miydi? Neymiş aralarında paylaşamadıkları? Yüzlerindeki öfkeyi, hayal kırıklığını, bencilliği gördü. Kendisi de aynı duygulardan bu bankta yalnız oturmuyor muydu? Kendisi kavga etmek yerine, sakinleşmek için bir ağacın kudretli dallarının altını seçmişti. Çünkü inanıyordu ki ancak doğa iyileştirir insanın yaralarını ve duygularını.
Kızgındı; yaşadığı haksızlığı sindirememişti. İş yerinde yeterince kendini anlatamamış; yetmezmiş gibi ailesine de bu durumu izah edememişti. Uğradığı haksızlığın bedelini ödemek mi, yoksa mücadele etmek mi? Düşünceler kafasında dönüp dururken yeniden ağaca sinmiş seslere dalıp gitti. Başka bir çiftin sesi, güzel güzel içini yumuşattı. Ne güzel de anlaşıyorlardı! Her konudan sohbet ediyorlar; yapraklar, uzakta koşturan bir köpek, yanlarına kıvrılmış mırıl mırıl uyuyan bir kedi, parktan gelen çocuk sesleri eşliğinde hayata dair umutlarını paylaşıyorlardı.
Bazen farklı konularda, ağaçtan gelen hararetli konuşmalar yaprakların hışırtısını bastırıyordu; ama yine de birbirlerini dinleyip yorum yapabiliyorlardı. Umudu yeniden yeşermişti. “Demek ki ben de yaşadığım haksızlık için kendimi savunabilirim.” diye içinden geçirdi. Rüzgar, serin havayla birlikte kendini “buradayım” diye hatırlatınca montuna sıkıca sarıldı; içine doğru büzülerek gözlerini hiç açmak istemedi. Belki aradığı cevabı ağacın gövdesine sinmiş konuşmalarda bulmak umuduyla dikkat kesildi.
Bir baba çocuğuyla hayata dair bir konuşma yapıyordu bu sefer. Çocuk, arkadaşları ile yaşadığı oyuncak kavgasını anlatıyor; babası da erdemlere dair örnekler veriyordu. Karşısındakini nasıl anlaması gerektiğini; saygı, sevgi, kendi hakkını savunmak, hissettiklerini uygun bir dille nasıl ifade edeceğine dair konuşuyordu. Çocuk da dikkatle dinliyor ve arada “ama şöyle olursa, böyle olursa” diye eklemeler yapıyordu. Babasıyla gülüşen, sevgi sözcükleriyle tamamlanan konuşmalar sonrasında dinlendikleri banktan neşeyle uzaklaştılar.
“Acaba bu bank bir buluşma noktası mıydı? Nelere şahit olmuştu, bir ben mi çözemeyeceğim sorunumu?” diye düşündü. “Amannnn hayat be!” dedi kendi kendine. “Şu bankta oturup da yaşadığım güzel dakikalar bir daha geri mi gelecek? Elbette çözülecek.” Kalbindeki kırıklık, sinir ve kendini anlatamamanın vermiş olduğu sıkıntı azalmıştı. Bir ağacın dallarından gelen sükûnet ve şifanın hazzına vardı. “Bu bankı kim buraya koymuş? İyi ki de koymuş,” diye kendi kendine teşekkür etti.
Gözlerini açtığında hava iyice kararmıştı. Ne kadar süre oturmuştu, hatırlamıyordu; önemli de değildi zaten. Ruhunu dinginleştirmiş olması, kararlarının farkına varması yetmişti. Demek ki insan düşünceleriyle tek başına da mücadele edebiliyor; illa biri olmak zorunda değil. Kendine yetebilmenin mutluluğuyla banktan kalkıp, elleri cebinde ağır adımlarla evine doğru yürümeye başladı. Arkasında bıraktığı ağaca uzaktan şöyle bir baktı; kim bilir kaç yıllık bir çınardı? Onca fırtınaya direnmiş gövdesiyle, sağlam kökleriyle hâlâ ayaktaydı. “Kökler sağlamsa direnç de bir o kadar fazla.” diye düşündü ve banka başka biri oturuverdi. Kim bilir o neler duyacaktı yaşlı ağacın gövdesinden, ya da duyabilecek miydi?
















