Titriyorum bir domuz gibi. Evet, evet, yanlış duymadınız; tıpkı bir domuz gibi. Her şey uzakta kalıyor artık; vapurun düdük sesi yerini martı seslerine bırakıyor. Ve ben, oyuncak bebeğime sımsıkı sarılıyorum; kalbi yerinden çıkacakmış gibi bağırıyor. “Bırak beni,” diyor belki de, “defol git.” Kafası prangalı.
Sahi, pranga demişken; ne de çok zincirler asılı terk edilmiş şu kilisenin önünde. Ada’nın en özel mabedidir burası. Her akşam avlusuna sofralar kurulur, herkes gönlünce eğlenirdi yarınlar yokmuşçasına. Yeri geldiğinde ise herkes bayram şekeri dağıtır, asla insan ayırt etmezlerdi. Buralarda yabancı insanlar bile kendi evlerinde yaşayamadıkları rahat hayatı elde ederlerdi. Tartışmasız, bu karara en çok ben üzüldüm; ondandır böyle çok dert edinip size yakınlığım. En sevdiğim ağacı kesince anladım; burada artık yerimizin, yuvamızın rahat bırakılmayacağını. Ama anlamak yetmiyor işte; bilinci harekete geçirmek, ortak aklı kullanmamış çözüm. Başlarda “Yapamaz,” dediysem de, kim bu cennet gibi adaya göz dikmez ki? Olsa olsa benim gibi duyarlı görünen ama hiçbir halt edemeyen aptallar göz dikmezdi. Bazen çok konuşunca sanki dilime de zincir vuruyorlar da konuşursam boğulurmuşum. Annem öyle derdi: “Bak, çok fazla konuşursan dilin eski hâline dönmez; valla bu defa ne hoca kurtarır ne mürşit.” Hoş; annem inanmaz öyle şeylere ama dil alışkanlığından olsa gerek. Yurdumu, yuvamı yerle bir ettikten sonra ne önemi vardı alışkanlıkların?
İşte Hera dizimin dibine yanaştı. Sessizce patisini uzatıp hırladı. Hemen patisini elimle kavradım. Hırlamasından ne kadar acıkmış olduğunu anladım. Ah güzelim; ne zorluklarla başa ettin de seni kurtardın en sonunda o barınaktan. Az kalsın telef olmana göz yumacaklarken karşılaştık seninle birtanem. Annemi çok zor ikna ettim de öyle eve aldık seni de. “Elleme ne dermiş bu yavrucak, tüy döktüğünde herkes bizim eve kirli dermiş de desinler beee.” Bırakın ev kirli olsun; sonuçta o evi de temizleyen binlerce alet teknolojiyle birlikte ortaya çıktı ya. Aman; kalpleri paslı olanların da pasını temizleyen bir şey bulsalar ya.
Annemin sesiyle irkiliyorum. Oysa sesini çıkaramaz ki; o boğulur gibi hisseder sesini çıkarınca. Zaman çok apansız yakaladı onu. Balıkları çok sever. Deli çağlarından birinde koca bir akvaryum almıştı da karşımızdaki denizin sularında balık aramaya kalktı. Herkesin ne dediğini o an çok umursamaz gibi görünse de ben, içinden neleri saydırdığını iyi bilirim.
“Çok yorgunum,” dediğini hatırlıyorum; kirli ayaklarıyla girmişler eve. E bende durur muyum; elime ne geçirdiysem bir bir attım. Annemin ah vah etmesine dayanamazdım.
Havva gelip sırtımı sıvazladı, teselli etti. Annem bir bebek gibi göğsüme başını dayayıp, yitip giden hatıralara bakarak veda etti güzelim adaya. Vişneli milföyünü kaydedip gitti; koca beton yığınlarının tatsız tuğlalarına. Ah güzelim koylar; sessizlik bozulmasın diye uçuşuyor giden martılar, ve delicesine birbirini bırakamayan âşıklar. Her birinizi çok özleyeceğim; hem belki annemle daha büyük bir akvaryum alarak geri döneriz mezarlıklara. Oradaki her bir dalı yeşillendirir yatmakta olan uslu ruhlarımız. Belki de…
















