29 Kasım Cumartesi günü Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen Sinan adlı oyunu izledik. Eşimle birlikte, ortak arkadaşımız Feyzan Soykan’ın Sokullu Mehmet Paşa rolünde yer aldığı bu yapım hakkında birkaç söz söylemek istiyorum izninizle. Bu aynı zamanda, sahneye bakarken kendi iç dengemi de yoklayıp duran bir deneyimin kişisel kaydı olsun.
Öncelikle, oyunu gerçekten çok beğendiğimi söyleyerek başlamalıyım. Sahne tasarımı, dekorlar, ışıklandırma, duman düzenekleri ve döner platform öylesine uyumlu bir bütünlük içindeydi ki, anlatının akışı yalnızca oyuncularla değil, mekânın kendisiyle nefes alıp veriyordu. Süleymaniye’nin inşa sürecini sahne üzerinde görünür kılmak kolay bir dramaturji tercihi değil. Fakat burada taşın ağırlığı, emeğin teri ve yüzyıllık bir mirasın sesleri sanki sahnenin altından yükseliyor gibiydi.
Oyun boyunca inşaat ve enkaz atmosferini andıran buhar/duman efektleri, yalnızca bir teknik ayrıntı değil; oyunun ana damarına bağlanan bir gerçeklik boyutuydu. Bazı anlarda duman alerji yapmış gibi hissetsem de bunun aslında sahnenin oluşturduğu duygudan kaynaklandığını itiraf etmeliyim. Gözlerimdeki yaş, tozdan değil, oyunun taşıdığı tarihî ve insani yükten akıyordu.
Sinan, izleyiciyi yalnızca geçmişe götüren bir tarih anlatısı değil; geçmişle bugünün birbirine baktığı bir düşünce mekânı. Kocaeli Şehir Tiyatroları’nın kendi tanımıyla “birlikte geçmişimize doğru çıktığımız, övünçle ve mahcubiyetle harmanlanmış bir yolculuk bu.” Mimar Sinan’ın deha ile yoğrulmuş üretim süreci, Süleymaniye’nin yedi yıllık inşasının ritmi ve insan emeğinin görünmez ama hissedilir yoğunluğu, sahne üzerinde büyük bir özenle yeniden kurulmuş.
Ancak oyunun en güçlü tarafı, geçmişin taş ustalarıyla bugünün enkazı altında kalan bir mimarlık öğrencisinin bakışlarını buluşturduğu o kesişim anı. İki yıl önce merkez üssü Hatay olan büyük depremin acısı, sahneye bir ajitasyon olarak değil yaşamla ölümün, üretimle yıkımın aynı çizgi üzerinde buluştuğu bir vicdan alanı olarak taşınmış. O sahnelerde oyuncular kadar seyirci de sustu çünkü hafıza nefesimizi kesti.
Yazarların metni kurgulama biçimini ayrıca tebrik etmek gerekir. Tarihsel kişilikleri anıtsal bir ağırlıkla değil, insani yönleriyle ele alan bu yaklaşım hem düşünsel hem dramaturjik olarak oldukça başarılı. Oyunculuklar ise oyunun bütün bu yoğunluğunu taşıyan esas unsurlardan biri. Genel olarak tüm ekip, oyunun yüksek temposunu ve duygusal derinliğini sarsmadan taşımayı başardı.
Sinan, sahnede yalnız bir hayat hikâyesi değil bir uygarlık sorusu soruyor.
Bir mimarın eseri ile bir toplumun hafızası nereye kadar kesişir? Ve biz, tarihimizin hangi katmanında duruyoruz?
Tiyatro, tam da bu soruları duyulur kılabildiğinde anlam kazanıyor. Kocaeli Şehir Tiyatroları’nın bu yapımı, sahne estetiği, metni, oyunculukları ve tarih-bugün ekseninde kurduğu güçlü bağ ile uzun süre zihnimde yer edecek nitelikte bir çalışma.
Dilerim daha geniş kitleler tarafından izlenir; çünkü Sinan, yalnızca bir tiyatro oyunu değil, hatırlama biçimimiz üzerine düşünmeye davet eden bir sahne deneyimi.


















