Modern çağ, insanı hiç olmadığı kadar konuşmaya zorlayan bir zaman dilimi. Herkesin bir fikri, bir yorumu, bir cümlesi var; fakat bu kalabalık seslerin arasında anlam gittikçe inceliyor. Oysa insan, en çok sustuğunda kendine yaklaşır. Sessizlik, dış dünyanın gürültüsünden kaçış değil; iç dünyanın kapısını aralamaktır. Ne var ki günümüzde sessizlik, çoğu zaman eksiklik olarak algılanıyor. Konuşmayan kişi zayıf, durup düşünen kişi kararsız sanılıyor. Halbuki gerçek bilgelik, kelimelerin azlığında gizlidir.
İnsan sustuğunda, kalbinin sesini duymaya başlar. Günlük hayatın telaşı içinde bastırılan duygular, ertelenen sorular ve yüzleşilmekten kaçılan gerçekler, sessizlikte birer birer ortaya çıkar. Bu yüzleşme her zaman kolay değildir; çünkü insan, en çok kendinden kaçmaya meyillidir. Ancak kaçtıkça çoğalır sorunlar, sustukça azalır yükler. Sessizlik, bir arınma alanıdır. Gürültü ise çoğu zaman bir örtü.
Toplum olarak konuşmayı çok, dinlemeyi ise az biliyoruz. Dinlemek, sadece kulağın değil, kalbin de işidir. Sessiz kalabilen insan, karşısındakini gerçekten duyabilir. Bu yüzden empati, sessizliğin çocuğudur. Sürekli konuşan bir zihin, başkasına yer açamaz. Oysa insan, başkasına yer açtıkça büyür; kendini susturdukça olgunlaşır.
Sessizlik aynı zamanda bir direnme biçimidir. Herkesin bağırdığı bir yerde susmak, herkesin aktığı bir yönde durmak cesaret ister. Kalabalığın dayattığı düşüncelere karşı iç sesini koruyabilmek, insanı birey yapan en önemli duruştur. Bu nedenle sessizlik, pasiflik değil; bilinçli bir tercihtir.
Sonuç itibarıyla sessizlik, korkulacak bir boşluk değil; anlamla dolu bir derinliktir. İnsanı kendine yaklaştıran, sözleri değerli kılan ve hayatı daha sahici kılan bir öğretmendir. Belki de bu yüzden, en doğru cevaplar çoğu zaman söylenmeyen cümlelerin içinde saklıdır.

















