Öyküler

Yüreği Dağınık

0

Dik bir yokuşun başında olan evine doğru yol alıyor. Yürümeyi çokta sevmeyen bacakları yorgun. Henüz yarılamışken yolu, dinlenmeye mahkûm duruşu. Derin bir nefes gönderdiği ciğerleri görüşünü açmaya gönüllü. Gören gözlerle süzüyor evinin yolunu. Ağaçlardan dökülen yapraklar ilişiyor önceliğine. “ Ben gibi hepsi soluk, hepsi yerlerde. “ Diyen iç sesine dinlenmek iyi gelmedi belki de. Düşünemeyecek kadar yorgun olmalı demek ki. İtirafıyla acımıyor bacaklarına. Nefesi kesilse de devam ediyor yola. Evinin önüne varana kadar durmuyor bir daha. Çantasından zorla çıkarabildiği anahtarı yerine yerleştirmek bir hayli oyalıyor onu. Bacaklarının yanı sıra onca poşeti taşıyan kolları da isyanda. Titreyen elleri güç bela açıyor kapıyı.

Evinin darmadağınık oluşu bir karmaşa silsilesindeki ruhunun yansıması. Nereden toplamaya başlamalı? Ne gücü var toplayacak ne de hevesi. Ne ruhu bu dağınıklığa razı ne gözü. Bir sihirli değnek olsa elinde dağılan hayatını oturtsa ya yerine. Boş gözlerle baktığı dağınık evi, kendine gelmesi gerektiğinin gerçekliği. Dolu gözlerle atıyor kendini. Yere çöken dizleri bacaklarına fazla bu keder yükleri. Ne gönlü taşıyabilecek güçte ki bedeni zaten ölümü beklemekte.

Ölüm! Tüylerini ürpertse de, tek gerçeği elbette. Annesinin sözleri yankı kulaklarının derinlerinde. “Evin daima tertipli düzenli olmalı kızım. Ölümün ne zaman kapını çalacağını bilemezsin.” Gözleri kapıya sabitleniyor. Çöktüğü yerden kalkışı ölümü karşılama telaşı. Belki de evini toplamasına erteliyor ölüm kapının çalacağı zamanı.

Şöyle bir göz süzüyor etrafına. Çıkarıp attığı kıyafetler tırmalıyor içini. Önce onları temizlemeli. Çamaşır makinesini doldurup çalıştırıyor. Temizliğe dair acelesi yoksa da ölüme karşı sorumlu kendince. Tüm camları açıyor. Nefes lazım kendine en azından evini düzene sokana kadar derince çekmeli içine. Tek tek süpürüyor odaları en ince detayına kadar hiçbir toz kalmamalı. Günlerdir toz alınmayan evinde doldurduğu kovadaki su siyaha doğru her bez yıkanışında yol almakta. İçini de böyle yıkayabilse ya. Katran karası dökülür orası kesin nazarında. Yerlerde nasibini almalı temizlik tantanasından. Deterjanların, o çiçek kokularının sarmalayışında içi çiçek açmasa da iyi geldi sanki bir parça. Acaba ruhu da temizlenir mi biraz uğraşla. Ölümü beklemek ne kadar akıllıca…

Yorulan bedeninden daha yorgun gönlü. Gözlerinin kapanması ne büyük lütuf olurdu. Guruldayan midesine eziyete devam etmek olsa da niyeti bu sese daha fazla yok tahammül edesi. Çamaşır sularıyla parıldayan mutfağına girişi içini açardı eskiden. Eskinin en belirgin özelliği bugünün de anlamsız ayrıntı niteliği. Çok düşünmeye gerek yok aslında. Canı hiçbir şey istemezken, bir parça sandviç iş görür muhakkak. Bir tepsinin içine koyduğu sandviç ve içeceği alarak geçiyor salona. Isırdığı lokmayı yutmakta zorlandıkça içeceği yetişiyor imdadına. Hazmedemediği ne çok şey var bu hayatta. Boğazına yapışan, sesini kısan onca sözcük yükü. Hiçbir içecek eritmiyor yok ki gücü.

Yazmak iyileştirir diyordu birisi. Kimdi hatırlamıyor ki önemi de yok illaki. Denesem ya ne kaybederim deyişi kaleme kâğıda sarılışı aynı anda saklı. Dökmek istiyor içindeki tüm kederi. Bu kasvet havası artık yetti. Sıyrılmalı, ölümün eşiğinde beklemek çare olmamalı. Kaleminden aktı yüreği damla damla.

“Bir kere yaşayacaksın bu dünyada. Devamı hakkın huzurunda. Yüzün var mı huzura varmaya? Üç günlük yaşam yolculuğunda, nasıl kıydın benim huzuruma. Yalancı sevdanın içine çekmek nasıl vicdanca. Samimiyet rüzgârımla estim senin yolunda. Temkinliydim başta. Tereddüt vardı kanımda. Tatlı bir yakarışla uzandın yoluma, boylu boyunca. Kandım… Kandım da ne varsa içimde sundum sana. Ne büyük yanılgı. Anlamam zaman alsa da, işte halim ortada sonuçta.”

Sesli dile getiremediklerini yazıya dökmekte kolay değildi. Henüz alışkın olmadığı kalem elinden defalarca düştü. Ama kararlıydı bu kez. Her düşüşün de yeniden aldı eline. Kâğıtla buluşturup biraz yuttu biraz kustu ne varsa. İster istemez gidiyordu aklı yaşananlara. Sadece duygularını akıtıp kalksaydı kurtulsaydı ya. Mümkün olmadığı gün yüzüne çıkan anılarda bağırdı her defasında.

Bir bilmecenin içinde gibi, seyre dalıyor. Geçmişini, çözülmesi gereken çözülemeyen yolları inceliyor. Bu son umuduyla üstünden geçiyor hayatının.

Bir lunaparkta hız treninin içinde geçmiş gibiydi, onlu zaman dilimi. Yüksek gerilim, heyecan, korku, tutku, hepsini yaşamıştı zirvede. Vaktin gizemli halleri bir solukta akıtmıştı sanki o anları. Bu günlerde de aksa bir hız treni edasında. Acılar zamanı niçin yavaşlatmakta?

Gelişi ağır adımlarlaydı. Yavaş yavaş işledi içine. Her gün yüzünü güldürecek bir bahane sundu önüne. Süslü cümlelerle çekti kendine. Kapıldı uyanıkken gördüğü rüyanın içine. Gerçek sandı da tüm kapılarını açtı. Bugün bakınca anlıyor ki gidişi de ağır adımlarla oldu. Önce boyalı sözcükleri renksizleşti. Vakitsizlik derdinden yakındı durdu. Yetişmesi gereken hep bir şeyler oldu. Öncelik sırası giderek sonları buldu. Sanki yaşam tarzı değişmiş gibi, yoğunluğun içinde bulmuş kendini gibi.

Anlamamakta aptallık tabi. Değişen hiçbir şey yoktu. Geçen hevesinin dışında. Doyuma ulaşmış arzularıyla alıp başını gitti. Pişmanlıkla, hayatın ortasında çakılı bıraktığını umursamadı da gitti. Yapmak zorunda değildin dedi de gitti. Suç onun değildi. Öyle söyledi. Tüm günahı üstüne yükledi de gitti. Benlik bir şey yok dedi. İçini kanattı da öylece gitti…

Merve Yurtsever

Öz Şefkat Nedir?

Önceki makale

Ruhun Şifası

Sonraki makale

Yazarın Diğer Yazıları

Yorum

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha Fazla Öyküler