Eski kendisini özlüyordu.
Sabahları kalktığında ilk iş, rengarenk çiçeklerini, saksıdaki çeşitli sebzelerini kontrol etmek olurdu. Hepsi iyi mi, boynunu büken olmuş mu? Susayan olmuş mu? Bitkilerinin kötü olan yapraklarını budar, onlara su verir, bakımlarını ihmal etmezdi.
Sonra arkadan bir miyavlama sesi duyardı. Ve ev arkadaşının da uyanmasıyla kahvaltı saatinin geldiğini anlardı. Kahvaltı yapmayı çok severdi. Kendisine özenle tabak hazırlarken ev arkadaşı, yani biricik kedisi, onu hiç yalnız bırakmazdı. Kedisi, her zaman sahibini görebileceği yükseklikte bir köşeye çıkar, sonra mutfakta yemek yaparken kendisini izlerdi. Kahvaltısını yerken kedisi yanından ayrılmaz, hatta kuru mamasını tıkır tıkır o anda yemeye başlardı.
O gün evde dinlenme günüydü. Yarım kalan kitabını tamamlamak için harika bir gündü. Perdeleri ve camları açmıştı. Gün ışığının verdiği tazelenme hissiyle ve balkon kapısından temiz havayla gelen esinti, kendisine iyi gelirdi. Karanlığı, basıklığı sevmezdi. Her zaman aydınlık ve ferahlık taraftarıydı. Kendisini mutlu etmeyi de severdi. Farklı tarifler denemeye bayılır; ona gizemli tat kapılarını aralama fırsatı verirdi. Öncelikle en sevdiği şeylerin yapılışını öğrenirdi. Dışarıda bir tatlı yedi ve çok mu beğendi? Hemen bir tarif bulunur ve evde denenirdi. Eli lezzetliydi ve genelde tarifleri tuttururdu. Şimdi de kendisine buzlu, soğuk bir kahve hazırlamak istiyordu. Kedisine de özel bir kurabiye ikram edebilirdi. Kahve hazırlarken güzel bardaklara sunum yapmak önemliydi. Özenle hazırladığı kahvesini aldıktan sonra kitap okuma zamanının geldiğini anladı. Pencerenin önündeki pembe gül desenli berjer koltuğuna yerleşmişti. Kedisi de mutlu bir şekilde kurabiyesini yerken, kitabın en can alıcı kısımlarını okumaya başlamıştı bile.
Kitabının son sayfasına geldiğinde zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Kahvesi bitmişti, kedisi uyuyakalmıştı. Kitabın bitmesine hem üzülüyor hem de seviniyordu; bir yandan da kitabın sonunun şaşkınlığını yaşıyordu hâlâ.
Kitabı kütüphanesine koyduktan sonra isterse temizlik yapardı, isterse de dışarı çıkardı.
Şimdiki kendisini düşündü. Yataktan kalkmaya üşenmişti, evin tüm perde ve camları kapalıydı. Çiçekleri sulamamış, hepsi kurumuş, saksıların içlerinden yabani otlar uzamıştı. Buzdolabına alışveriş yapmamıştı ve kedi maması da bitmişti. Uzun bir süredir kitap okumuyordu; sadece yatağında yatmak istiyordu. Hayat akıp gidiyordu ve elinden bir şey gelmiyordu.
Eski kendisini özlüyordu.
Koşamasa bile adım atmak istiyordu… Kütüphaneden okumadığı bir kitabı aldı. İçinden rasgele bir sayfa açıp ilk cümlesini okudu:
“İlk adım, ayağa kalk.”
Ne kadar sade güzel bir anlatım olmuş.
Hayatın içinden bizden bir yazı. Hayatın gerçeklerini ve her insanın yaşadığı içsel sıkıntıları inceden yüzümüze vuran bir yazar.